Funda Karaaslan Bilgin hakkında

Bir anneler gününde, bahar mevsiminde dünyaya geldim. Çocukluğum bahçede, köyde, tepelerde oynayarak geçti. Ağaç tepelerinde ve yüksek tepelerde her zaman mutlu oldum. Çeşitli okullardan, sırası geldikçe mezun oldum. Değişik sektörlerde çalıştım ve hayal gücümü kullanarak yaptığım işlerde başarılı olduğumu fark ettim. Yazmaya çocukken başladım, kendimi ifade etmenin en güzel ve en iyi yolu yazmak oldu. Şiir ve düz yazı yazmak benim için bir ihtiyaç. En çok İnsanlardan ve filmlerden esinleniyorum. Yazabilen insanların yazması gerektiğine inanıyorum, yazılarda saklı, fark edilmeyi bekleyen mesajlar ve o mesajlara ihtiyacı olan çok insan var, bunu göz ardı etmeyin..

Dünyayı seviyor muyuz?

Güneş dünyanın tepesinden ısıtıyor ve aydınlatıyor. Tüm canlılar ondan yararlanıyor. Toprağı, bitkileri besleyen ve kim bilir ne zamandır var olan güneş. Güneş bütün hayatların üzerinde… Sevgiyi kaçımız gerçekten hissedebiliyoruz, şefkati; sadece insanlara karşı, hatta sevdiklerimize mi hissediyoruz? Çevremizde sayısız canlı yaşıyor: İnsan, hayvan, bitki… Hayvanlar özellikle şehirleşen ortamlarda parklarda, sokaklarda yalnızca bir avuç duyarlı insanın yardımıyla yaşamaya uğraşıyor, çabalıyor. Onlara yemek verilirse yiyorlar, bulamıyorlarsa bir köşede aç duruyorlar. Hayvanlar caddelerde, trafik ışıklarına basamadıkları için korkarak ve hayatlarını tehlikeye atarak karşıdan karşıya geçiyorlar.  Doğal hayatta sadece bir anlık keyif uğruna hayvanlar avlanıyor; vurulan hayvanların eti yenilmiyorsa, yaralı ya da ölü öylece kaderine terk ediliyorlar. Hayvanların gereksiz yere, yani yemek dışında herhangi bir amaç için öldürülmesine tanık olmaktan öteye geçebildiniz mi? Düşünün sizce hangi hayvanlar gereksiz öldürülüyor?

Sular kirleniyor. Fabrika ya da ev atıklarıyla düşüncesizce kirletiliyor. Musluklardan akan sular giderek içilmez hale geliyor ya da içen canlıları hasta ediyor, yavaş yavaş zehirliyor. Hayatınızda hiç musluktan akan suyun kaynağını araştırıp; suyun neden içilemediğini ya da içilmemesi gerektiğini öğrendiniz mi? Sorunları fark ettikten sonra gerekli şikayet ve araştırmaları ilgili yetkililere ileterek bu durumun düzeltilmesi için talepte bulundunuz mu? Bu sorunu kaldırmak için bir şeyler yapabilecek bir yerde çalışıyorsanız ya da çalışan birilerini tanıyorsanız, bu konuda gerçek bir eyleme geçtiniz mi?      Denizler kirletiliyor, kenarlarında oturmak bile bazen mümkün değil, ya da artık içi görünen-görünmeyen türlü atıklarla dolu olduğundan, yüzemiyoruz, her denizden tutulan balığı yiyemiyoruz. Bütün denizlerde yüzmek, istediğiniz her kıyıdan denize girmek ister miydiniz?

Yediğimiz sebze ve meyvelerin genetik yapılarıyla oynanıyor ve habersizce insanlara satılıyor. Tarımda ürün kalitesinden çok kazanç düşünüldüğünden toprağa ve ürüne zarar veriliyor. Soframıza gelen doğal tarım ürünleri, giderek soframızda doğallıktan uzak yiyeceklere dönüşüyor. Ağaçlar kesiliyor, yerlerine binalar dikiliyor. Doğal örtü yok ediliyor. Bir gün nefes almak bizim için zor olabilir. Bunun için her birimize görev düşüyor, hayatınızda hiç ağaç diktiniz mi? Ağaçlar kesilirken, yok edilirken, yeşil alanlara beton dökülürken siz ne yapıyorsunuz?

Doğal alanları, suyu, denizi yaşamak için yok ediyoruz, hayvanların yaşamına saygı duymuyoruz, ağaçları öldürüyoruz. Bu dünyadan geçerken, yaşamak için dünyanın yaşamını elinden alıyoruz.

Yok Birbirimizden Bir Farkımız: Hepimiz Bir nefes, Bir Canız.

Allah/Tanrı sevgidir. Dinler insan, doğa ve hayvan sevgisine önem verirler. Allah/Tanrı/Yüce Yaratan; sevgiyi, hayatı, yaşamı önemser. Dünya denilen bu gezegene gelme nedenlerimizden en önemlisi yaşamak. Yaşama hakkı ( sadece bir insan için değil, hayvan, bitki ve deniz için) temel hak ve özgürlüklerin başında gelir. Bütün bu gezegen ve üzerindekilerin sadece var olmuş olması saygı duyulmasına yeterlidir. Yaşama saygı duyalım, yaşamı sevelim. İlk başta kendi yaşamımızı, hayatımızı sevelim. Nazım Hikmet Ran’ın Davet şiirinde olduğu gibi: “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine.” Dünyanın neresinde olursak olalım, hangi dili konuşursak konuşalım, hepimiz dünya gezegeninin bir yolcusuyuz. İnsanları –Allah adına bile olsa- yargıladığımız zaman sevgiden ve kendimizden uzaklaşırız. Canlıların her birinin eşit oranda yaşama hakkı olduğu ve Allah/Tanrı tarafından yaratılmasından ötürü aynı oranda değerli olduğu, her birinin nurunun, ışığının saf sevgi olduğunu ve Allahtan geldiğini unutmayalım. Tıpkı Yunus Emre’nin dediği gibi:  ‘Yaratılanı severim, Yaradan’dan ötürü ”

Toplum ve topluluk içinde yaşamak incelikli bir iştir. Kimi zaman toplumda var olan kısıtlamalar bizi rahatsız etmeyebilir ve bize yasak gibi görünmeyebilir. Belki bizim inancımızı kısıtlamaz ya da engellemez. Toplumdaki insanların kıyafeti, yediği, içtiği, siyasi görüşü, mezhebi, inancı bizimkisiyle aynı olmayabilir; olmak zorunda da değildir. Yasaklardan rahatsız olanların bunu ifade edecek eylemlerde bulunması da belki bizi rahatsız edebilir, bu özgürlük demokrasinin uygulanma biçimidir. Zaman içinde ise toplumda kimi zaman bu yapılan eylem ve davranışlar, onlara katılmayanlar tarafından hoşgörüyle karşılanmaz. İfade edilen düşünce bize tamamen yanlış gelse bile her zaman özgürce ifade edilebilmesi tüm insanların en doğal hakkıdır, bunu en güzel şekilde ifade eden Voltaire: “Fikirlerinize katılmıyorum, ancak onları ifade etmeniz için hayatımı feda ederim”  demiştir. Her insanın kimseye zarar vermeden, doğru bildiği gibi bir yaşam sürmesi özgürlük adına en büyük haktır. Bırakalım artık isteyen, amalar olmadan istediği yerde istediği gibi yaşasın. Dileyen, dilediği zaman canının istediğini yesin, içsin, giysin ve örtsün. Aksi halde yaşam tarzına ve canlı özgürlüğüne yasal yönden yapılan her türlü kısıtlama, yasağı yapan tarafta da olsanız, yasağın yapıldığı tarafta da olsanız hür iradeli insan olmayı zorlaştırmaktadır. Bugünlerde yasaklara engel olmak adına alanlarda binlerce insan bir arada bulundu ve bulunuyor, özgürlük adına meydanlarda toplanan bütün bu insanlar, evlerinde oturan ya da oturmak zorunda olan tüm insanlarda bir değişim, bir dönüşüm bir aydınlanma ve uyanış yarattı.

Demokratik bir toplumda düşünceye, bir inanışa, bir insana, bir insanın söylediklerine karşı olmak, bunları hatalı bulmak, olağan bir haktır, fakat bunun ifadesi, değişimi ve yeniliği tek başına getirmez. Getirilen yasakları geri bırakması ve kazanılmış hakların korunması için, yapılması gereken en güzel şey, sevgi, barış ve birlik olma halidir. Bu zamanı ve geçmişte yaşananları, eskiyi, geride bırakmanın, eskide yaşanan kırgınlıkların, acının, yaşanan tüm eziyet ve yasaklamaların saygıyla azat edilmesi zamanıdır. Bu hareketle onları yok saymaktan çok, hepsine en içten şükürlerimizi sunarak,  teşekkür edebilme imkanı bulabilmek… Onlar olmasaydı biz bugün özgür olmanın/özgür olamamanın ne demek olduğunu şu an olduğu kadar iyi bir şekilde bilemezdik. Gelin var olan sistemlerin, kuralların, siyasi teori ve tanımların, yenidünyada adına sevgi, kardeşlik ve özgürlük diyelim. Tüm bunları yeni enerjiler, yeni akımlar olarak görmek için şöyle bir çevremize bakalım, fakat her zamanki bakış açımızla görmeye çalışmadan. Her biri bize verebileceği en iyi, en güzel ve en ihtiyacımız olanı vererek uyanan her bir insan bedeninde sevgi, kardeşlik ve hoşgörüye, dayanışma ve bilgeliğe dönüşmüştür. Etrafımıza bakalım lütfen, sevgi, saygı, insanlık ve dayanışma her bir canda tekrar uyanarak, tende ayağa kalktı. Artık kendimize düşene odaklanalım, hani hayallerimiz olur, çocukken temeli atılır bu hayallerin ve büyüdüğümüzde yapabileceğimize inanırız, büyüdüğümüzde ise sadece bir hayal deriz ve gerçek olmasına imkansız gözüyle bakarak, onları bir kenara iteriz. Hadi artık üzerimize düşeni yapalım. Hayalimiz bir ortamda ya da kamu kuruluşunda yeni ve eşitlikçi bir düzen ve toplum kuralları mı oluşturmak, hadi artık beklemeyelim, ilgili yerlere başvuralım. Yeni bir siyasi partinin kurulmasını mı bekliyorsunuz? Hadi sizin gibi düşünenlerle birlikte o partiyi kurun ve kendinizi mecliste ifade edin. Neyi bekliyorsunuz, şu an varlığını bile bilmediğiniz başka birinin gelip bu işleri yapmasını mı yoksa yaşlanmayı mı? Hayaliniz kimsesiz çocuklarla bir arada bulunabileceğiniz bir işte çalışmak mı? Hadi yapın artık ilgili yere başvurunuzu. Hayaliniz bir kitap mı yazmak, hadi artık bilgisayarınızda yeni bir Word dosyası açın. Hayaliniz bu dünyaya kalbinizden geçen melodileri mi dinletmek, hadi artık müziğe başlamak için yaşınızın çok büyük olduğunu hesaplayıp durmayın. Alın o gitarı/sazı elinize, çalın kalbinizin ritmini, dinleyin ruhunuzun müziğini ve tüm dünyaya dinletin.

Zamanı geldi artık, farkında değil misiniz? Bizim bundan sonraki adımımız: Geçmişte yaşananları saygıyla, anlayışla, sevgiyle, geride bırakmak, her birini tarihi bir ders gibi sindirmek, şimdiye, şu ana bakarak hayalimizi, yapmayı kalpten istediğimiz işleri yapmak olmalı. Dinlerin kutsal kitaplarında yer alan ve özellikle vurgulanan, dolayısıyla insanlardan beklenen en önemli şeyler: İnsanların sevgi, hoşgörü içinde olmaları ve salih ameller yapmalarıdır. Kendisi ve kendisi gibi düşünen insanların özgürlüğü adına, her hangi bir düşünceyi savunduğu için acı çeken, eziyet gören ve hayatını kaybeden insanlar için ve onların korkmadan özgürlük adına yaptığı tüm fedakarlıklar adına biz de özgürleşelim. Ancak kendimizi hatırlayarak, kurduğumuz hayallere hayat vererek, onların boşuna eziyet çekmediğini, boş yere ölmediğini görebileceğiz.  Biz bu ay ( Haziran’da) özgürlük adına canını vermiş bütün insanlarla birlikte taksimde uyandık/taksimden uyandırıldık. Hadi artık ayağa kalkın ve dünyaya kendinizden sevgi dolu bir renk katın.

Funda Karaaslan Bilgin, İstanbul – 21 Haziran 2013

Kaçışı Sona Erdirmek

Kimse bile bile kaçmaz içindekilerden. Kaçtığımız belki de bir türlü teslim alamadığımız gücümüz yani gerçek biz. Kendi gücümüze sahip olmayı erteledikçe başımıza gelenler aslında yine kendimize yaşattığımız senaryolardan ibaret. Artık var olduklarını kabul edip; görelim orada olanları. Kendisi olmaktan kaçan her insan gibi uyumaya devam etmek rüyayı uzatıyor, belki de kabusumuzu. Neden korkuyoruz? Kendimizden? Karışıklık ve zihin gürültüleri eşliğinde kaybolarak derin bir uykuya dalıyoruz. Zaman zaman bizi uyandırmak için gelen olaylar ya da insanlar oluyor, onlara kızıp sinirlenip; ya da açıkçası onlarla oyalanıp, uykumuza geri dönüyoruz ya da belki hiç ara vermiyoruz. Kendimiz olmaktan, kendi gücümüzü ele alarak, olaylardan etkilenen değil, artık olayları yaratan/oluşturan insan olmaktan neden bu kadar korkuyoruz? Belki sorumluluk almak zorunda kalmaktan, belki de o zaman hayatımızda olan olmayan ne varsa hepsinin bizim sayemizde olduğunu kabul etmek durumunda kalacağımızdan. Eğer sorumluluk almayı başarırsak; alamadığımız her sorumluluğun, kabul etmediğimiz her ol ’anın endişesi, kızgınlığı ve korkusu, birden bizim hatamıza, yanlışımıza, eksiğimize dönüşecek. Varsın böyle olsun, bir kere kabul edin ve özgürleşin ondan. Bir kerecik gerçek siz olmayanı öldürün. Başka türlü nasıl değişecek hayatınız? Nasıl daha güzel hale gelecek her bir yarınınız?

Bizim, kendimizi tüm korkularımız, endişelerimiz ve tüm sorumsuzluklarımızla en azından bir kerecik kabul etmemizin zamanı geldi. Kendimizden kaçarken, karşımızda gördüğümüz ve cımbızlarla çektiğimiz hata ve kusurların aslında bizde olduğunu anlamamızın zamanı geldi.  Bazen dışardan içeri de iyileşebiliriz evet, ama en etkili ve hızlı gelişmeler/iyileşmeler içerden dışarıya olmuyor mu? Zaten dışarıda gördüğünüz her şey, aslında içinizde, kabul etmeseniz de. İçinizde var olanları önce görün, sonra var olduklarını kabul edin ve salıverin hayatınızdan, içinizden. Nasıl bir yöntem kullanmayı tercih edersiniz o size kalmış ama artık pozitif denilen ya da denilmeyen tüm bilimler sınırsız yöntemlerle size internetten, televizyondan, kitaplardan ya da bir tanıdığınızdan sesleniyor. Duyamıyorsanız, dikkatle dinlemeye başlayın. Size uygun olanı hemen duyun ve bir adım atın, artık eyleme geçin. Düşünce, söz, eylem üçlüsünü artık bir arada kullanın, değişim, gelişim ve yeni oluşum için. Her gün ufak bir yeni adım ve işte sonunda beklediğiniz, istediğiniz hayatınız. Bu kadar basit mi, belki de bundan daha kolay? Henüz denemediniz ki, bilemezsiniz…

Funda K. Bilgin

Uçurtmam Süzüldü Göklerde

Saatlerimi verdim, önce uçurtma yaptım, düzgün olsun istedim eserim, bir uçurtma yaptım bahçede. Bütün çocukların en iyi dilekleriyle, en güzel benimki uçsun temennimle. Güzel bir bahar gününün ılık esintisine güvenip, beni de birazcık havalandırır mı diye içimden geçirip, çok güzel bir uçurtma yaptım abimle. Çıtalarından biri kırıldı önce, değiştirdik, telafisi olan bir şeydi, güldük geçtik. Baharın rüzgârına salıverdik, biraz koşturduk önce, ben tuttum uçurtmayı, arkamı dönüp koştum sonra bıraktım ellerimden, süzüldü kendiliğinden, sonra abim koştu geriye, hızlandı gitti ileriye. Göklere yükselirken uçurtmam, hayrandım artık ona, kanatları olmadığı halde uçuyordu havada. Salına salına uçtu yükseldi, ipini önce yavaş sonra hızlı bıraktık. Azad edilmiş bir kuş gibi göklere gidiverdi uçurtma, kuyruğu atın yelesi gibi titrerken, içimde heyecanı beni sardı. En yükseklere gitti uçurtma, hışırtısı duyulmaz oldu önce ve sonra zor seçebildik. En özgür oydu artık, hesapsız, kuşlar gibi hür.

Ellerimde yelesini tutar gibi sımsıkı tutunduğum ipleri, kimi zaman zorladı beni, yükseğe, daha yükseğe çıkmak için. O zaman ben oldum onu engelleyen, özgürlüğün bittiği noktaydı o an. Uçurtmam uçtu gitti, göklerde süzülürken o, ben yerdeydim, yine hayallerimle uçurtmamı bekledim. Gelip bana gökyüzünü anlatsın istedim, uçmayı, özgürlüğü, bulutları anlatsın diye bekledim. Güneşe doğru koşmayı, rüzgâra karşı durmayı, bazen de rüzgâra kapılmayı anlatsın istedim. Saatlerce uçurtmamı bekledim, sıkıca kavradım ipini, uçup gitmesinden korkarak, ona karşı durarak, özgürlüğü bana yeğlemesin istedim.

Bütün gün tek başıma, uçurtmamın gelmesini bekledim, hayallerimi hayallerine ekledim. Hürdü uçurtmam, şen şakrak kuşlar gibiydi. Dörtnala koşan atlar gibiydi. Bana özgürlüğü fısıldadı uzun uzun, kuşlarla dans etti, rüzgârla yarış etti ben onu izlerken. Uçurtmam uçtu gitti, arkasına bakmadan, gökyüzünde süzüldü gitti… Özgürlük, arkana bakmadan ileri gitmek demekmiş, bana bunu en iyi uçurtmam gösterdi…

Funda K. Bilgin