Bir gün bile geçmedi sevgiden ırak, ya sevdik, ya sevildik ya da sevmeye direndik. Bütün yaptığımız buydu. Kimi zaman farkında olmasak da, hayat bize bunu sundu ve derinlerden gelen sevgi tutamları düştü kucağımıza, sevgi oradaydı ama dokunamadık, göremedik, sevemedik sevgiyi. Korkunç kabuslarda yalnızdık ve bir dipsiz kuyu gibi karanlıktaydık. Yine sevgi uzattı ellerini, sevgi yine bize seslendi. Duymadık, göremedik onu, tatillerde denizlerde yüzerken deniz oldu bizi içinde barındıran, köyümüzün ağaçları oldu, yaprakları rüzgarla raks eden. Sevgi bize yakınlaştıkça kaçtık biz kimi zaman ve uzanamadık onun dallarına, toplayamadık meyvelerini, koklayamadık çiçeğini. Bazen bizi sevmediğini düşündüğümüz biri gibi geldi bize sevgi, onun gözlerinde sadece öfke görebildik; kalbindeki sevgiye başımızı eğip bakmadık. Sonsuzluk gibi görünen uzay boşluğuna yayıldıkça yayıldı sevgi, değmediği tek bir canlı, tek bir hücre, tek bir parçacık yoktu artık. Ama biz içimize alamadık sevgiyi, aldığımız her nefesle içimize çekemedik sevgiyi, gereği gibi alamadık nefesi ve bırakamadık aldığımız nefesi. Bazen kızgınlıkla geldi bize sevgi, bize bağırıp çağırdı, öfkesini üzerimize boşaltı, biz sadece çığlık ve isyan duyuyorduk, o bedenin içinde barındırdığı sevgiyi hissedemedik, biz de ona kızdık, oysa kızdığımız sevgiydi ve var olamayan sevgi dolu ilişkiler. Öfkemizle ellerimizi yumruk yaptık ve etrafa savurduk kendimizden geçip, sevgi yine oradaydı ama biz yine göremedik, çünkü ona bakmıyorduk ya da onu göremiyorduk. Sevginin eksikliğini hissettikçe bize sadece iyi davrananlara sığındık, bilmeden onların içinde olanı, sevginin yanında başka neler vardı dikkat etmedik. Ne de olsa güvendeydik ve bize öfkeli olanlardan uzaktaydık. Bizi kıranlara mesafe koymuştuk. Biz yine bakmadık sığındığımız sakin limanlardaki sevgiye. Yine sevgiye ulaşamadık. Sadece kendimizi iyi hissediyorduk. Limanlarda olamazsak korkuyorduk. Sevgiyi yine göz ardı etmiştik ve biz limansız yapamıyorduk. Yine bakmadık sevgiye, yine dikkat edemedik sevgiye. Sevgiler sevgili oldu, sevgiyi onlarda bulamadık, düşman düştük. Düşmanlar bizi sinirlendirdi, üzdü, kırdı, aldattı onlardan uzaklaştık. Yine sevmeyi bilemedik, yine sevilmedik çünkü biz sevgiyi hiç bilmedik ve onun yüzüne hiç bakmadık, onun ellerini tutmadık, onu hissetmedik. Sadece güvende olmak istedik, sadece zarar görmemek istedik, sadece inanmak istedik. Sevgi her zaman bizi beklerken, biz neredeydik?
Yazar arşivleri: Funda Karaaslan Bilgin
Kendi Yarattığımız Esaret
Her insanın içinde bastırdığı, farkında olmadığı olumsuz yönleri vardır. Bu huylar serbest bırakılsa, çevreden hoş olmayan tepkiler alacak ve belki de dışlanmasına sebep olacaktır. Biz içimizdeki kendimize ait olanı bastırıp, dışarıya olduğumuzdan farklı görünmeye çalışırken, aslımızı ve bize ait olanı dışlamış ve bastırmış oluruz. O davranışların içimizin derinliklerinden başka gidecek yeri yoktur ve o hala oradadır. Bizi bırakıp gidemezler ve bizler de onlardan özgürleşemeyiz. Kabul etmeyip, bu çok yanlış, ya da bu bana ait bir düşünce olamaz diye düşünüp bastırdıkça bize daha çok bağlanan ve hayatımıza yansıtılmayı bekleyen bu huylar fırsat buldukça bize kendini dışarıdan hatırlatır, çeşitli kimliklere bürünerek bize kendini gösterirler. Yadsınanlar bize sık sık dışardan uğrar ve aslında içimizden gitmek ister. Çünkü onlar da rahat değillerdir oraya hapsolmaktan. Örneğin biz dedikoducu kimliğimizi görmezden gelip, içimize bastırdıkça kimi zaman öyle bir zamanda öyle bir diyalog yaşarız ki, hayatımız ciddi bir çıkmaza girer.
Kimlikler ve özellikler her zaman keşfedilmeyi bekleyen dinamiklerdir, tek yapılması gereken, onların var olduğunu, orada bulunduklarını görmek ve kabul etmektir ve böyle farkında olarak yaşadığımız deneyimler bizi bir sonraki düzeye taşırlar. Biz inkar ettikçe, hayır ben kıskanç biri değilim, hayatımda kimseyi kıskanmadım gibi düşüncelerde ısrar ettikçe, başımıza gelenler bizi bize göstermeye devam edecektir. Biz insanız, zaten mükemmel değiliz. Bırakalım da neysek o olalım, aksi halde tüm pisliklerimizi attığımız poşeti bağlamaya çalışırken, poşet patlayacak ve tüm pislikler etrafa dağılacak. Oysa o çuvala atmadan düşünsek ya da çuvaldakilere bir göz gezdirsek, olanı göreceğiz ve kabul edeceğiz ve sonra o özelliği git gide daha iyisine dönüştüreceğiz. Kendimize hata yapma izni de vermeliyiz, biz hatasız değiliz, mükemmeli oynamaktan vaz geçmeliyiz. Hatalarımızla, günahlarımızla olumsuz yanlarımızla yaşıyoruz ve yeryüzünde var oluyoruz. Ancak hatalarını gören insan gelişmeye başlayabilir. Benim hatam yok, kusursuzum kibri peygamberlerde bile var olmadı. Peygamberler bile kendilerine ait olmayan hataların, kendi hataları olduğunu kabul ettiler. Biz bir insanız ve sadeleşmeye ihtiyacımız var. Kendimize ait olanı ortaya çıkarmaya, sadeleşmeye ve sonra gelişmeye, dönüşmeye ve ilerlemeye ihtiyacımız var. Eylemler kabul edilenlerle gerçekleşir. Kabul etmeyip yadsıdığımız her şey bizim için külçe ağırlığında yükler anlamına gelir. Bu yükleri taşımaya gönüllü olmak ise kendi esaretinden kurtulmayı reddetmek anlamına gelir. Kendi yarattığımız esaretten daha zor bir mahpus yoktur. Kendi yarattığımız parmaklıkların görünmezliği, bizi kendimize hapseder. Bu durumda başkaları bizim için hiçbir şey yapamaz. Özgürleşmek için basit olmak ve sadeleşmek gerekir. Hayat çocukluğumuzda bize ait olanlarla yaşanabilecek bir dünyadır: Özgürlük ve hayaller.
Özgürleşmek ve görmezden geldiğimiz yönlerimizi görmek için, içimizde var olan, varlıklarını inkar ettiğimiz ya da görmeyi reddettiğimiz yönlerimizi kabul etmemiz gerekir. Özgürleşmek; yargılamadan sevgiyle şefkatle kendimize bakmamız ve sonra onları bir bir açığa çıkarmamızla mümkündür. Her olumsuz huy, davranış bizde de olabilir. Fakat sadece önyargısız ve gerçek mütevazilikle bakıldığında görülebilirler. Onların, orada olduğunu kabul etmeyip reddedeceğiniz bir tutumla onlara bakarak; onları karanlıktan ışığa çıkarmanız mümkün değildir. İçinize dönün ve sadece bakın, yargılamadan, korkmadan, olgunluk ve alçak gönüllükle içinize dönün.
Mutlaka az ya da çok içinizde var olan ve görülmeyi bekleyen kıskançlık, dedikoduculuk, kin ve nefret, yargılama, kibir gibi huylar var. Siz onları görüp kabul etmedikçe, onlar size rağmen özgürleşip gidemezler. Görün, kabul edin, başka türlüsünü bilmiyorsanız onları açığa vurun ve bu deneyimle bir sonraki gelişim düzeyine geçin. Görmezden geldikçe, inkar ettikçe ve varlığını kabul etmedikçe kötü huylar sizden gitmeyecek, varlıklarıyla size yük olacak ve sizin gelişiminizi, olgunlaşmanızı engelleyecek. Sizden gidemeyen kötü huylar sizin daha mutlu ve sağlıklı olmanızı engelleyecek.
Yeni yılda kendi yarattığınız mahpuslardan kurtulun, özgürleşin ve hafifleyin. Güzellikler ve değişim en kolay yoldan size gelsin.
30 Aralık 2013 Funda K. Bilgin
Biz Şimdi Ne Haldeyiz?
Kin üzerine uzandık belki,
Bir adım sonra güllere gidecekken
Şimdi, sonsuzluk çarkında bir acıdayız.
Şimdi; nimet saydığımız bir külfet.
Sormadan aldığımız cevaplarla,
Kafadan uydurulmuş varsayımlarla,
Bir insan uzaktayız şimdi.
Sevdikçe ağlarız,
Ağladıkça unuturuz bir an,
Sorgularla mutluluktan bir adım uzaktayız şimdi.
Olmadıkça anda, zamanda,
Zamana sıkışmış bir ruhuz belki.
Koyamadıkça yerine sevgiyi,
Mutluluk hırsızı, neşe katiliyiz şimdi.
Şifayı ararken ölü, sevgiyi ararken mezarız şimdi.
Yeniden ölmedikçe
Sevgiye, sevgiyle var olamıyoruz şimdi
Funda Karaaslan B. 09.09.2013
İyileşmek ve İyileştiriciler
Uzun süreli bir sıkıntıya düştüğünüzde ve bir türlü iyi olmayı başaramadığınızda, kendinizden başkasında çözüm aramak size güçsüzlük gibi gelebilir; fakat işin aslı başka. İyileşmeyi istemeden ve siz hazır olmadan her hangi bir iyileştirici (doktor, psikolog, psikiyatrist, şifacı vs.) sizin için hiçbir şey yapamaz. Kendinize sormanız gereken asıl soru şu: Ben iyileşmek istiyor muyum? Siz gerçekten iyileşmek mi istiyorsunuz; yoksa dertlerinizle ve mazeretlerinizle boğuşmaya devam mı etmek istiyorsunuz? Daha iyi ve mutlu olmak için hazır olmanız ve bunu gerçekten istemeniz gerekmektedir. İyileşme bazen sizde bir şeyin değişmesi anlamına gelir ve sizin eskiden olduğunuzdan daha farklı olmanızı zorunlu kılar; siz de zaten buna henüz hazır olmadığınızdan değişmeye ve iyileşmeye direnirsiniz. Bu sırada halinizden memnun da olmazsınız, bir türlü değişime de yanaşmazsınız.
Değişmeye hazır olduğunuzda iyileştiricilere gidersiniz ve gerçek iyileştiriciler sizde olumlu anlamda fiziksel/ruhsal değişiklik yapmayı başaran insanlardır. Onlar sizde çoğu zaman dışarıdan bakınca görülemeyen bir şeyleri değiştirirler. Kime gittiğinizin çoğu zaman bir önemi yoktur, fakat karşınızdakine ne kadar güvenirseniz o kadar teslim edersiniz kendinizi, bu bakımdan gitmeyi seçtiğiniz kişi önem kazanır. Güven kurulduktan sonra iyileşmeye başlamak daha kolaydır. İyileştiriciye duyduğunuz güven, bir anlamda kendinizi iyileşmeye açmaktır.
Bazen iyileşme hiç beklemediğiniz bir insanla da başlayabilir. O insanın işi iyileştirmek değildir ama onunla konuşurken kafanızdaki kilitleri bir bir açar, siz o an farkına bile varmadan. Sizde değişimin kapısını açmıştır. Bundan sonra geri dönülmez yolculuk başlar. Seçimleriniz, yöntemleriniz ve birlikte çalıştığınız her insan size bir dokunuşla şifa verir bu yolculukta. Yüklerinizi bir bir atmaya başlarsınız. Bu süreç çoğu zaman kolay bir süreç olmaz. Bu güne kadar inandığınız her şeyi bir bir masaya yatırırsınız. Doğru-yanlış diye bir kavram olmadan size ait olup olmadığına göre sınıflandırırsınız. Size faydası olmayanlar ve size ait olmayanlar teker teker giderler hayatınızdan. Bu sancılı bir süreçtir ve zaman alır. Uçurumun sonu gibidir bulunduğunuz an; ya uçurumdan düşersiniz, ya da uçurumdan uçarak daha ferah bir alana inersiniz.
Zaman sonra değişim, size kendinizi getirir ve kendinizde gizli olan hazineyi. Karşılaştığınız hazine göz alıcı ışıltısıyla orada parlamaktadır. Zenginliğiniz işlenmeye hazır değerli bir taş olarak içinizde ışıldar. Sizin artık tek yapmanız gereken o taşı işlemek, işlerken daha da parlatmak ve bu cevherin ışığını etrafa yaymaktır. Artık ışığınız sadece sizi değil etrafınızı da aydınlatmaya başlar. Çevrenizdeki canlılar sizden gelen ışıktan az yada çok etkilenmeye başlarlar. İşte o zaman iyileştirici sizin aracılığınızla asıl amaca hizmet etmiş olur ve İlahi hizmet yerini bulur. İlahi ışık/sevgi sizde genişler ve etrafınızda giderek güçlenen bir ışık çemberi oluşturur. İlahi ışık her canlıda güçlendikçe de yeryüzü biraz daha aydınlanır. Dünya biraz daha ışıkla döner ve her insanın karanlığı biraz daha aydınlanır. Güneş biraz daha parlar. Karar verin ve iyileşin, iyileşirken iyileştirin…
Yaşama Sorgusu
Bilgili olmak gerekli, ana bir yerden katılabilmek. Bize zor gelen konulardan ne kadar kaçarsak kaçalım; bazen kafa yormaya mecburuz, hayatımızda yol alırken. Bizim için zor olandan kaçarken, kendi hayatımızı yaşamayı biz güçleştiriyoruz. Yüzeysel bakıp geçtiğimiz bazı konuları hayat, tekrar önümüze koyuyor. Kaçtığımız her şey zor ama karar verip çözersek, meğer ne kolaymış diyebileceğiz. Bazı konuları sözlerle ifade edebilmek bile zorken, onlarla adam akıllı uğraşabilmek; istikrarlı bir hazırlık gerektiriyor. Peki, ne zaman hazır olabiliriz? Nasıl hazır olabiliriz? Bu soruların cevapları konuya göre mi değişiyor, yoksa cevapları değişmez ve bize mi bağlı?
Hayata, öğrendiklerimizi ve bildiklerimizi deneyimlemeye geldik. Bize verilenlerle kendimize katacağımız her şeyi keşfetmeye geldik. Kazanımlarımızı kendi içimizdekilerle birleştirmeye, kendi seçimlerimizle istediklerimizi yaşarken, etrafımıza da faydalı olmaya geldik.
Biz görünüşte tekiz belki ama aslında sandığımızdan çoğuz, içimizdekilerle çoğuz ve kendimize katabildiklerimizle çoğalıyoruz. Yalnız değiliz ama biraz da soyutuz. Sadece bedende değiliz, bedenden daha çoğuz. Farkına varabildiklerimizle çoğalırken, aslında sandığımız kadar az değiliz. Sorularımız bazen hayata dair soruluyorken; cevaplar hep kendimizden geliyor gibi değil mi?
İstanbul’da Aşık Oldum
İstanbul’da buldu beni aşkın,
Gidemedim, kaçamadım,
Bir yolunu bulamadım.
Gözlerine boğazda takıldım,
Ellerini kız kulesinde tuttum,
Aşkını meyhanelerde içtim.
İstanbul yağmurlarında ıslandık yürürken,
Güneş bizi kavururken,
Denizin esintisine kapıldık birden.
Yeniköy’ ün sokaklarında gezerken,
Evimizin hayalini kurduk gizliden,
Tarabya’da uzaklara dalarken,
Ayrılığı düşündük
Biz en baştan ayrıydık ve kendi içimizde yalnızdık.
Çayımıza şeker atarken göz göze geldiğimizde,
Her yudumda yalnızlığımızı içtik,
Her bakışta kendimizi aradık,
Bu aşkın ihtimallerini düşündük
Kesin gidişlere göz gezdirdik
Ama bunu hiç itiraf etmedik
Denemedik bile bunu
Çünkü biz sessizce ayrılık yemini verdik
Aslında biz baştan olmaz dedik,
Biz severken ayrılmayı istedik
Sevgimiz bitmesin istedik
Devam eden bir şey varsa, seni sevdiğim,
Ama belli sana yenildiğim…
14.09.09 funda
Sevmek
Bir aşk doğarken, içimizdeki sözler kaybolup gider aklımızdan… Düşüncelerle boğuşurken, sevmeyi, sevmemeyi, hesaplarken, kendimizi yeryüzüne ilk düştüğümüz anda bulabiliriz bazen. Yaşamda yol alırken, bizde sevmeye dair ne varsa, bize hayatımız boyunca eşlik eder. Sonra birden sessizlikte onun adını fısıldayıp; yanına kendi adımızı ekleriz. Bazen duygularımızla boğuşurken, kendi hayatımıza, onu sevdirmek için çabalarız, tek olanda, biz olmayı kabul etmeye çabalarız. Yalnız başına yerken, onunla birlikte yiyor gibi yemeye, gülerken, bizi güldürenin onu da güldüreceğini anlayıp gülümsemeye, yeni bir olayla karşılaştığımızda onun bu durum karşısında düşüncesinin ne olacağını düşünmeye başlarız.
Sevgi, karşılanması gereken bir ihtiyacın karşılığından çok, bizim özümüzdür. Hayatın özü ve anlamı sevgidir. Sevgi, iletişim ve ilişkilerde, var olmada, yaşamın her anında, her şeyde olandır. Her anımızda, hayatın her noktasında, tek değişmeyendir. Belki de sevgi, burada kalmayı seçip; bu yaşamda var olmayı seçebilmektir. Ansızın ruhu anımsamak belki, varlığını çoktan unutmuşken. Sevgi birden kolayca tenden geçebilmek, yüreğe dokunabilmektir. Nereden, kimden geldiğini hatırlamaktır, bir yerde; Tanrıyı anımsamaktır ve andan kopmadığını bilebilmek.
İçtenlikle sevin, içinizden geldiği gibi sevin. Sadece sevgilinizi değil, dünyada var olan her şeyi, olduğu haliyle sevin. Sevdikçe özgürleşin, sevdikçe zenginleşin, hayata katılın ve sezgilerinize kulak verin. Tüm kalbinizle, yürekten, içten sevin. Karşılık beklemeden, sıkılmadan utanmadan sevin. Sadece güzel yüzünü, gülüşünü değil, her şeyiyle sevin ve güzel bulmasanız da sevin. Ancak yürekten severseniz, karşınızdakini hissedebilirsiniz. Ancak gerçekten severseniz onun varlığını kutsar, onurlandırır ve şükredersiniz. Allaha şükran, tüm yarattığını sevmektir bir bakıma.
“Bilgi ”den seçerek inşa ettik kendimizi,
Yürekler temellerde, üzerleri et, kemik örtülü
Cehennemde gibiyiz, ruhumuzu unuttuk
Her yerde gömülü bedenler dikili…
Funda Karaaslan Bilgin 2013
Düşünceler
Bir duyguyu düşünceye dönüştürmek, kelimelere dökmeden hemen önceki aşamadır ve bu her zaman gerekli değildir. Bazen bir duygunun ifade edilmekten çok akıp gitmeye ve hissedilmeye ihtiyacı vardır. Duyguyu açıklamaya çalışmak, anlatmak, söze dönüştürmek; onu kısıtlamak ve akıp gitmesine engel olmaktır. Duygu bazen oradadır, yakalanmak istemez, sadece bir su gibi, nehir gibi akmak ve yolunu bulmak ister.
Düşünceler ise anlara tutunabilen ve bazen sadece orada öylece var olmak isteyen oluşumlardır. Düşünce insan zihninde kendini belli eden ve ifade edilmeyi içten içe arzu eden, duygulara nazaran biraz daha dinamik oluşumlardır. Düşünceler lazım olsun, olmasın dile, ağıza düşmeleriyle, ifade edilmeleri bir olur. Söylemeden önce biraz pişsin, sonra düşsün diye düşünmüş olsanız bile, söylediğinizde artık olan olmuştur.
Düşünceler olumsuzluk içeren: Yargı, yergi, kınama, alay ifadeleri olabilir. Bunlar, genelde söyleyen ve söylenen insanın hayatına çok fayda getiren düşünceler olmasa da, düşünen insanda bazen söylemezsem öleceğim hissi yarattığından, hemen söylenir.
Düşünceler ikircik yaratarak da insanı meşgul etmeye çalışan, minik bilye misali zihinde zıplayan, seken, sıkıştırılmış, keskin enerji kütleleri haline de dönüşebilir. Zaman zaman ise kurtçuklar gibi kımıl kımıl, zihinde, bir nokta üzerinde toplanarak, sinsice kurbanının karşıda belirmesini bekler. Küçük kurtçuklar, kurban belirir belirmez; koca bir kurt gibi avının üzerine aniden atlar.
Sebepsiz yere fişek gibi etrafa bir ok misali fırlatabileceğiniz, bodur duygudan bozma, düşünceler de vardır ve her zaman sizde, kendine has bir haklılık algısı geliştirerek, yerini sağlamlaştırmayı başarmış ve zihindeki tahtına kurulmuştur. Hedefe doğru yönelir yönelmez de, fitili ateşlenmiş fişek gibi fırlar. Geri dönüşü olmayan bu yolculuk bazen bir hüsranla sonuçlanabilir. Hedefi tutturamayan saçma misali etrafa saçılır ve temizleme ihalesi de söyleyene kalıverir.
Düşüncelerin olumlu olanları ise yapıcı, destekleyici, yüreklendirici, sevgi, şefkat içerenleridir. Bunlar söylendiğinde, duyanlarda, sevgi dolu bir ışık etkisi ile yayılarak, ferahlık, mutluluk, umut, gevşeme etkileri gösterir. Sevgi dolu olanlar karşınızdaki insanın aniden, enerjisini ve yaşama sevincini yükseltir. Hayata bakış açısını bile değiştirerek, etrafa karşı daha olumlu bakmasına yardım eder. Sevgi dolu cümleler söylediğiniz insanın moralini yükselterek, onu gülümsetir. Yapamayacağını düşündüğü işe dört elle sarılmasını öğretir. Sevgi cümleleri, ağlayanı güldürür. Bir insanın en umutsuz anında söylenmiş olumlu cümleler, insanda çölde vaha görmüş hissi uyandırır. Güzel sözler, sohbetler kışın ısıtır, yazın serinletir.
Funda 2013
Çocukluğumuz
Bir zamanlar bizim için masallar vardı. Masallardaki kahramanlar ve hayatlar bizim yarattığımız küçük dünyalarımızdı. Hayatımız, bir masaldan, diğerine geçerken renklenirdi. Hayatımız çocuksu heyecanlar ve bitip; tükenmek bilmeyen neşe ve coşku ile dalgalanırdı. Her yer oyun alanı, her şey oyundu. Doğa bizim dünyamız, okul ise bizim arkadaş çevremizdi. Baharlar ve yaz oyunlarla doluydu. Biz büyüdük, dünyalarımız da değişti. Çocukluğumuzun sebepsiz neşesini ve kendimizi, değişen dünyalarımıza hapsettik. Çocukluğumuzda daha yoğun hissettiğimiz yaşama sevinci; yerini, endişe, kaygı ve zorunluluklara bıraktı. Artık oyun oynamıyoruz. Eskisi gibi bize her gün keyif veren şeylerin sayısı azaldı. Yapmayı istemediğimiz halde yapmaya mecbur olduğumuz uzun bir iş listesi bizi bekliyor her gün. Oysa oyun oynamaya yeniden başlayabilsek ve bunu arkadaşlarımızla yapabilsek; büyüklere ait oyunlarla arkadaşlarımızı bir araya toplasak. Bunu yılda bir değil, her hafta yapsak ve ilişkilerimiz yine çocukluğumuzdaki gibi olsa. Birbirimizle, çocuk ruhlarımızla saf ve içten bir iletişim kurarak. Yargılamadan, yargılanmadan, her duygumuzu çekinmeden anlatarak. Birbirimizin hayatını incelemeden, hayatlarımızı kıyaslamadan. Birbirimizin hayatlarına ve sahip olduklarımıza büyüteçle bakmadan, sadece seviyorsak bir arada olabilsek. Çocukluğumuzda yaşadığımız gerçek ilişkilerle, iyiyi kötüyü, gerekiyorsa ve zamanında çekinmeden söylesek. Çocukluğumuzun en saf haline dönüp, saf neşe ve yaşama sevinci olabilsek. Hayatımızı oyunla, gerçek duygularla ve gerçek ilişkilerle hayat zorunluluklarımızı birer çocuk oyununa çevirsek. İşte o zaman hayat bizim için keyif, mutluluk ve eğlence olurdu.
İşte fırsat buldukça ya da fırsat yaratarak çocukluğumuzu bize anında getirebilecek eylemler listesi:
- Ağaca çıkmak
- Bisiklete binmek
- Soluğumuz kesilene kadar neşeyle koşmak
- Paten kaymak
- Çimlere örtü sererek piknik yapmak
- Ortada sıçan, istop ve saklambaç oynamak
- İp atlamak
- Sessiz film oynamak
- Otobanda ya da doğada yüksek sesle şarkı söylemek
- Resim yapmak
- El işleri ( kes-katla-yapıştır)
- Uçurtma yapmak ve uçurmak
- Hayvanlarla oynamak
- Suda taş kaydırmak
- Uzaktan kumandalı araba ve helikopter uçurmak
- İsim-şehir-hayvan oynamak
- Denizde dans
- Akşam denize girmek
- Kızma birader, tabu, monopoly, quick draw oyunları
Funda 2013
Sus ve Dinle
Yazacak çok şeyim, ama anlatacak çok az şeyim var. Çünkü sözcükleri söylediğim an artık benim olmayacak, bu yüzden kelimelerimi boşa harcayamam. Duygularımı, düşünceye çevirirken, hakkını veremem. Söyleyecek az şeyim, ama gösterdiğim çok şey var. Sana söylediğim her şeyde arama başka şey, sen sadece benim anlattığıma dikkat et. Gözlerime bakarsan, aslında görürsün teyidini. Kelimelerimi seçerken, onları azat eder gibiyim, bu yüzden zorla çıkıyor cümleler ağzımdan. Bu yüzden düşünerek konuşuyorum. Düşüncelerim, duygularıma ses olamaz, taşıyamaz hiçbir kelime zerre kadar duygumu. Anlatamaz kelimeler gerçekte neler hissettiğimi. Sözlerimi duyduğunda altındaki derinliğe bak, kızgınlığımı kelimelere yükleyip salıverirken, sevgimden denize demir atıyorum. Gözlerim dolduğunda anla ki haykırarak ağlıyorum, duysan neye yarar ki? Ben bile duymak istemiyorum. Sevincimi kelimelere ödünç veremem, bir an olsun ayrı kalamam. Kalbimi sana tamamen açamam, gördüklerini anlar mısın, ya da görünene bakar mısın bilmiyorum. Şakalarım seni neşelendirmiyorsa, beni dinlemiyorsun, rahatsız oluyorsan sözlerimden, aslında artık bana katlanamıyorsun.
Ellerini sadece sen ağlarken tutabilirim, gülerken zaten hissedemezsin. Senin neşenin hemen gerisindeyim. Gözlerine baktığımda anla ki cümle eksik, gerisini sadece sen bil diye, gözlerimle söylüyorum. Bir şeye hayır derken aslında sana ne olur beni zorlama diye yalvarıyorum, bir şeyi bir kere isterken senden, aslında lütfen kabul et diye yalvarıyorum. Aslında ben kelimelerden zengin, ama cümlelerden eksiğim. Aslında seni söylediğimden çok, ama göründüğünden daha derin tanıyorum. Ağladığında yasladığın omuz olamam, çünkü ben de ağlıyorum. Seni teselli edemem çünkü senden daha çok üzülüyorum. Senden kaçar gibi görünsem de o an aslında üzüntümü gizliyorum. İçimi göstermiyorum diye kimse beni suçlayamaz, aslında herkesten çok gösteriyorum ama göremediğin için sana kızmıyorum. Her zaman benden kelimeleri beklemen, aslında senin sağırlığın. Bende gördüğün, benden duyduğun her şey aslında benim. Bazense gördüğün sadece küçük bir parçam. Derinliğimi görebilmen, bende senle ilgili bir şey aramadan bana baktığında mümkün. Benim için kendiliğinden bir şey yapıyorsan, yapılanı yıllarca, bana verdiği duyguyu sonsuza dek unutamam. Benim için ağlıyorsan, sen de artık ben gibisin, sen de artık her şeyimdensin. Benim için seviniyorsan, artık sevincim daha çok, sonsuza dek bende yaşayacaksın. Hatta an gelecek, mutluluğum sadece benim için sevinmen olacak.